templatemo.com

ANA SAYFA

ATATÜRK

BİR YUDUM

ŞİİRLER

ŞİİR DİNLETİSİ

ŞİİRDEN ŞARKIYA

MÜZİK & VİDEO

MÜZİK DİNLETİSİ

RADYOLAR

YAZILAR

GÜZEL SÖZLER

FOTOĞRAF & RESİM

SİNEMA & TİYATRO

DOST SİTELER

TAVSİYE SİTELER

İLETİŞİM

Yaban

BİRLİKTE DİNLEYELİM




    

  MÜZİK, FELSEFE VE ESTETİK

Sanat dalları toplum yapısı içinde birbirinden bağımsız düşünülemez. Buna en güzel örnek sanat kavramının kendisidir. Resim sanatı, müzik sanatı, heykel sanatı dediğimiz gibi, salt sanat diyerek de tümel bir ifade ile bütünü kapsayan tanımlamalara göndermelerde bulunuruz.  

Sanat sosyolojisinin sınırlarının tam olarak çizilmemiş ve tanımlanmamış olmasına rağmen, bu alana giren bazı dallar kendini göstermeye başlamıştır. Müzikoloji disiplini yaklaşık olarak yüz yıldır bilimsel yöntemlerle müziği incelemekte ve araştırmaktadır. Bu tür çalışmalar aynı zamanda sanat sosyolojisini meşrulaştırmayı da beraberinde getirmektedir. 

         Müzikoloji; Din, töre, mitoloji, gelenek vb. toplumsal kurumlarla müzik arasındaki etkileşimi inceler. Bunu Stael’in edebiyat alanındaki çalışmalarına benzetebiliriz. Edebiyat ile toplum arasındaki etkileşimi inceleyen Stael, özelde edebiyat, genelde ise sanat sosyolojisi yapmıştır. 

         Müzikoloji, müziğe yönelik bilim disiplinlerinin genel adı olmasına rağmen, yöntem açısından Etnomüzikoloji’den ayrılır. Son yıllarda bu iki disiplin Müzik Bilimleri adı ile kullanılmaya başlanmıştır. Ayrıca bu disiplinin alt dalları olarak, müzik sosyolojisi, müzik psikolojisi, müzik terapi vb. söylenebilir. 

         Müziğin kültür içinde incelenme ve araştırılması yeni değildir. Misyoner hareketleri ile birlikte başlayan “öteki”lere ilginin içinde müzik olgusu da vardır. Fakat müziğin kuramsal bir çerçeve içinde, belirli bir bakış açısından ve nedensellikle ele alınması, yani bilimsel yöntemle incelenmesi on dokuzuncu yüzyılla birlikte olmuştur. Müziğin bu dönemlerde incelenmeye başlanmasının nedenlerinin başında ulusçuluk akımları gelir. Bilindiği gibi ulusçuluk akımları Avrupada, ülkelerin kendi değerlerini bulmak için tarihe yönelmeleri ile başlamıştır.         

Böylece bugünün ulusal kimliğini oluşturmak için kültürel arka planına yönelenler, kültürel değerlerden biri olan müziği de ihmal etmemişlerdir. Müziği kendi başına ele almanın, inceleme ve araştırmanın yolu disiplinlerarası çalışmaktan geçer.  

         Müziği incelemek, herhangi bir şeyi incelemekten farklı düşünülmemelidir. Bilindiği gibi inceleme için “ne, nasıl ve neden” soruları bize yol gösterici özellik taşır. Müzik olgusunu bu sorulara yanıt arayarak ele almak bilimsel müzik incelemesinin başlangıcını oluşturur. Müzik yapmak ve müziği incelemek iki ayrı eylemdir. Müzik yapmak; müziği icra etmek, çalmak, söylemek, bestelemek anlamına gelir. Müziği incelemek; müzik adına kuramsal, yönteme dayalı inceleme yapmaktır.  

Müziği incelemek ve/veya araştırmak bizde yeni bir disiplin gibi düşünülse de Avrupa’da 19. yüzyıldan itibaren çalışmalar ile kendini ortaya koymuştur. Antropolojinin kuramsal katkısı; müziğe göreceli bakmayı, etnosantrizmi reddetmeyi, ön koşul olarak kültürü incelemeyi  ‘’dayatmış’’ ve böylece müziğin kültür-bağımlı anlamlandırılması kabul görmeye başlamıştır. 

Müzik alanında öne çıkan daha çok müziğin icrası ve dinletilmesi olmuştur. Onu anlamlandırmak, nedensellik ilişkilerini irdelemek maalesef yine yapanlara bırakılmıştır. Kaynağında toplanan bilgiler (müzik eserleri) yalnızca eğitim ve seslendirme amaçlı kullanılmıştır. Bu da bizi müziğin üretildiği ortamın içinde (bağlam), anlamlandırılmasına yönelik çalışmaların yapılmasına itmiştir. Müziği araştırmak; toplumu incelemek, kültürü kodlamak, kavramsallaştırmak müzik üzerine söylem kurmak demektir. Müzik üzerine söylem; sanatçı, müzisyen, ve/veya müzik sanatçısı kavramlarını içerirken aynı zamanda da müzikal kimliği irdelemek anlamını taşır.  

Tümel bir müzisyen kimliği oluşturmanın zorluğu göz önüne alındığında, konuyu netleştirmenin kolay yolunun tikel olana yönelmek olduğu görülür. Müzikal kimlik oluşumunda önceliği sanatçı kavramının aldığını görürüz. Her müzisyen kendisini  bir sanatçı olarak görebilir. Çünkü müzik; “bir ses sanatıdır.” Sanat dalları estetikten ve felsefeden bağımsız düşünülemez. Felsefe ve estetik sanatçının bilişsel alt yapısını destekleyici işgörüye sahiptir. Estetikten yoksun, felsefeden uzak bir besteci düşünülemez. 

 

 
 

Müzik felsefesi, müzik alanında düşünmeye katkı sağlar. Müzik felsefesi müziğin ontolojik boyutunda, yaratma sürecine yönelik düşünme edimidir. Böylece düşünce ve beğeni ortaya çıkarak müzik estetiğini oluşturur. Müzik estetiği, güzellik yargısına katkıda bulunarak, beğenilerimizin biçimlenmesini kolaylaştırır. “Estetik işte bu serüvenin, gerçekliği bir sunumda dışlaştırma serüveninin bilim olmaya çalışan bilgisidir.” Müzik estetiği varolan eserlerin içerik ve yapısına yönelik güzeli arama, oluşturma çabasıdır. Güzellik öznel yargılar bütünü olmasına rağmen, estetikçi elinden geldiğince nesnel davranmak zorundadır. “Estetik gerçekliğin insansal olması ve insana bağımlı olması, bir bakıma bu gerçekliğin insandan kalkarak anlaşabileceğini ifade eder. Böyle olunca da, buradan estetik gerçekliğin sübjektif bir fenomen olduğu sonucuna varılmış olmaz mı? Hiç kuşkusuz varılacaktır”. Güzellik sonuçta; görecelik arz eden “çirkin”in karşıtıdır. “Çeşitlilikte kurulmuş olan yapıt başkalarına çeşitli görünümler altında ulaşacaktır. Bu yüzden estetikte şaşmaz kurallar koymaya kalkmamak gerekir. Estetiği dondurmak hatta sakatlamak olur bu. Estetikte her kavrayışa yöneliş belli bir esnekliği, belli bir yumuşaklığı zorunlu kılar.”

 
 

 

Müzik estetiği, müziğin bireyler ve toplum için güzellik ve beğeni serüvenine yönelik çalışır. Eserlerin yapısına (sistem) ve anlamına (kültüre içkin) göndermelerde bulunarak kompozitörün yaratma sürecine katkı sağlar. Ses kümelerini kendisine alan olarak seçmiştir. Ayrıca icracının niteliğinden, konser salonlarının dekorasyonuna, dinleyici kıyafetlerinden, sahnedeki düzene kadar birçok ayrıntı estetikçi için önemlidir. Yaptığı beğeni odaklı öneriler ile müzikbilimine de katkıda bulunur.  

Müzik hakkındaki düşüncelerimiz başlangıçta kültürlenme yolu ile oluşur. Eğitim sürecinde edindiğimiz bilgiler doğrultusunda, giderek formelleşen müzik bilgi ve beğenimiz, toplumsal aidiyetimizin dışa vurumunda önemli bir simgeye dönüşür. “Ulusal müzik” dediğimizde hangi ulusa ait olduğumuzu anlatan, bizi diğer uluslardan ayıran müzikal üretimler anlaşılır. “...müzik ve onun çağırıştırdıkları, bir yerden başkasına farklılıklar göstermekte (bir zamanlar giysilerin, hala da yiyeceklerin farklı olması gibi), ulusal ya da bölgesel kimliğin simgesi görevini üstlenmektedir.” Bütün toplumu kapsayan müzik beğenisi olacağı gibi bireye ait ya da gruba (“alt kültürler”, mikro toplumlar vb.) özgü müzik ve sanat beğenisi, güzellik anlayışı olabilir. “Güzeli beğeniş, estetik bir yargı ile açıklanmaktadır; ve böylesine bir yargıya ön planda neden olan ‘düşün’, isteğe, hazza ve beğeniye yönelik duyarlılığı yaratmaktadır ve bu önemli gerçek, kendine özgü değişik bir değer yargısının meydana gelmesine olanak sağlamaktadır.” 

Her sanat dalında olduğu gibi müzik sanatında da öncelikle duyulara yönelik insani edim vardır. Bu edimin insani yönünün olması, insan (müzisyen) tarafından üretilmesinden kaynaklanır. “Müzik kendi kendine olan bir şey değil, bizim yaptığımız ve anlam verdiğimiz bir şeydir. İnsanlar müzikle düşünür, onunla kendilerinin kim olduğuna karar verip, kendilerini anlatırlar.” 

 

 

         İÇERİK, BİÇEM 

Müzikten söz etmenin en kolay yolu, onun anlamına yönelik göndermelerdir. Her dinleyici müziğin kendisi için ne anlattığı hakkında bir düşünceye sahiptir. Bilimsel açıdan müziğin ne anlattığı, ona yüklenilen anlamın ne olduğundan çok, nasıl yüklendiği, içkinleştirildiği sorunsalını irdelemek ile açıklanmaya çalışılır. Müzik toplum içinde üretildiğine göre kökleri toplum içindedir. Kültür ile sıkı ilişkiler vardır. “Çünkü müzik, sadece dinlemesi güzel olan bir şey değildir. Tam tersine kültürün içine gömülmüştür.”

Kültürel yaşam, müziğin üretiminden tüketimine kadar tüm süreçte etkin bir rol oynar. Bunun sonucunda ortaya dönemler, ekoller vb. çıkar. Müzik tarihi serüveninde varolan ekoller ve biçemler toplumsal yapının içeriği ile senkronik bir özellik gösterir. Her müzik eseri, tarihin koridorlarından bizlere felsefi temelleri olan, estetik yargılarla seslenirler. Müziğin tarihsel serüvenine uzunca bir yazı ile değinerek kitabın asıl konusunu gölgelemek istemiyoruz. Ülkemizde yayınlanan müzik tarihi kitapları bu konuya ayrıntılı olarak eğilmektedirler.          

 

 

Felsefeden Estetiğe, Estetikten Müziğe

Müzik eserinin, yaratıcısının kimliğini ortaya koymasında temel öge; özgünlüktür. “Sanatçı uzam-zaman boyutlarında özgün eserler yaratır, bu biçimler anlatımcı biçimlerdir.” Müzisyen içinde bulunduğu koşullarda ne kadar etkilenirse etkilensin, sonunda eserinin biçimini kendisi belirleyerek, özgünlüğünü ortaya koyar. Bu tavır ile “...bir seçme işini varsayar.” Seçmek, bize müzisyenin özgün eserler yaratma sürecinin ipuçlarını verir.  

Müzisyen yarattığı eseri ile düşüncelerini sesler kanalıyla anlamlaştırmış ve bize sunmuştur. Anlam toplumun içinden gelirken, biçim ve biçem müzisyen tarafından belirlenir. Eser bu sürecin sonunda dinleyicisine sunulduktan sonra ortak bir bağ oluşturmaya başlar. Ortak bağ içinde eserin beğenilip, beğenilmemesi, kabul görüp, reddedilmesi söz konusudur. Tüm bu serüven içinde müzik estetiği, güzeli, beğeniyi ortaya koymaya, belli bir ortaklık içinde sunmaya çalışır. Estetikçinin işi zordur. Çünkü müzik yasa tanımayan tümeller topluluğudur. Her eser kendi yasasını oluşturur. Yasa ancak her parçada yeniden yapılandırılır. Kendini inşa eder ve eser bitiminde geçerliliğini yitirir. Bu anlamda müzik; hem yasa koyucu, hem de yol göstericidir. 

Müzik her dönem çeşitli dallarda uğraşanların ilgisini çekmiştir. Özellikle  filozoflar bu konuda düşüncelerini eserlerine almışlardır. “Müzik üstüne ilk düşünceleri, yaklaşık aynı zamanlarda biri eski Yunan’da diğeri eski Çin’de yaşamış olan Pythagoras  (İÖ 580-500) ile Konfüçyüs (İÖ 551-478)’de daha doğru bir değişle Pythagorasçılarda ve Konfüçyüsçülerde buluyoruz. Bu düşüncelerde ortak olan yön, her iki görüşün de müziği, birbirine koşut olarak varlıkbilimsel ve insanbilimsel tarzda ele almış olmaları yanında, daha sonraki yüzyıllarda müzik felsefesinde belki de en etkin ve yaygın bir anlayış olarak görülecek olan ‘duyusal-etki öğretisini’ benimsemiş olmasıdır.”

Konfüçyüs, (İ.Ö.551-478). Chou’lar devrinde yaşamış ve Çin’e ikibin yıldır hakim olan felsefenin kuruculuğunu yapmış bir filozoftur. O,  duyuların dışa vurumunu ses ile tanımlar. Müziğe ontolojik tanımlama getirir ve müziğin yer ile gök arasındaki uyum olduğunu söyler. “Bütün sesler dimağdan çıkar. Müzik de onların farkları ve uygunlukları arasında bir geçittir. Sesi bilip de ahengi bilmeyenler kuşlar ve hayvanlardır. Tonu bilip de müzikten anlamayanlar insanlardır. Müziği yalnız büyük insanlar bilirler... Müzik birlik vücuda getirir, merasimler ise ayrılığı doğurur. Birlikten karşılıklı bir dostluk, ayrılıklardan da karşılıklı bir saygı meydana gelir. Müziğin hakim olduğu yerde bir yakınlık vardır... Müzik içten, merasim dıştan gelir. Müzik içten gelmekle süküneti sağlar. Merasimler dıştan gelmekle kültürü vücuda getirir. Yüksek bir müzik daha kolaydır. Büyük merasimler mutlaka basittir.”

Pythagoras, (İ:Ö.580-500). Samos’da doğdu. İtalya’da öldüğü düşünülür. Matematik, gökbilim ve müzik konularında çalıştı. sayı ve armoni bağıntısından söz eder. Evrendeki cisimlerin hareket ederken belirli aralıklarla ses çıkardığını söyler. Ona göre, ruhun temizlenmesinde müzik bir araçtır.   

Sokrates,  (İ.Ö.470-399). Atina yakınlarında doğan ünlü yunan filozofudur. Ölüme mahkum edilmiş ve zehir ile öldürülmüştür.Sokrates’e göre doğruyu bulma yöntemlerinden biri ironidir. Sokrates bu yöntemi soru-yanıt ile öğrenim diye tanımlamıştır. “Sokrates felsefesine göre pratik başarının özü, her şeyden önce, insanın kendi kendini gereğince tanıyabilmesinden güç almaktadır; ve sadece insanın kendini bilip tanıyabilmesiyledir ki neyi yapmanın ve neyi yapmamanın gereğince saptanmasında aldanma payı hayli azalmış olacaktır. Bu nedenle Sokrates, kendi içinde ilahi bir ‘daimonion’un yani Tanrıdan gelen bir sesin varlığına inanmış ve bu sesin kendisini, yapılması ya da yapılmaması gereken şeyler üstünde uyarmakta olduğunu açıkça söylemekten çekinmemiştir (!).”

Platon –Eflatun-, (İ.Ö.428/7-348/7). Atina yakınlarında doğdu. Ailesi Soylu ve zengindi. Döneminin en iyi eğitimini görmüş, aynı zamanda spor ile uğraşmıştır. Ömrünün çoğunu hocası Sokrates’in ölümüne neden olmayacak ideal bir devlet’i tasarımlamakla geçirdi. Uzun bir süre yaşadığı yeri terk ederek bir çok ülkeyi dolaştı. Atina’ya kırk yaşlarında dönüp Akademia’yı kurdu ve ömür boyu burada dersler verdi. Atina’da öldü. Platon müziğin eğlenceden ibaret olmadığını, ruhani bir boyutunun olduğunu söylemiştir. Platon’a göre müzik, insan ruhunu sakinleştiren, dinginleştiren bir sanattır. Ona göre melodi; söz, makam ve ritim karışımıdır. Sözleri müziğin efendisi olarak söyler. Müzik eğitiminin insanı yücelttiğini ve düzeni sağladığını savunur. 

Aristoteles, (İ.Ö. 384-322). Makedonya doğumlu. Platon’un derslerini izledi. Assos’da bir okul kurdu. Daha sonra Aleksandros’un eğitimiyle ilgilendi. Ona göre müzik ve trajedi yoluyla insanlar temizlenir ve arınırlar (Katharsis). Tragedya Katarsis sağlar, müzik de bunun için bir ögedir. Kısacası müzik, ruhun eğitiminde önemli bir rol oynar.  

Farabi, (874-950). “Maveraünnehr’de, balasagun civarında, bu gün yıkıntıları Karagöl gölü yakınlarında bulunan bir şehir ile onun dahil olduğu vilayetin adı olan Farab’da doğmuştur.” Aslında doğduğu yer bu bölge olmasına rağmen kesin deliller yoktur. Adını Farab vilayetinden aldığı için Farab’lı kabul edilir. Babası Vesic şehrinin askeri kumandanı olduğu söylenir. Aristo’nun akıl yürütme yöntemini kullanarak tanrının varlığını kanıtlar. Ona göre, Tanrının her şeye gücü yeter ve ihtiyacı olan bir şey yoktur. Beden ve ruh ilişkisi üzerinde durur.Türkçe’nin dışında Arapça ve Farsça bilen Farabi Ölünceye dek gezmiştir. Felsefe ile olan ilgisi hakkında kesin bilgiler olmamasına rağmen, bazı söylentiler vardır. “...Şam’da (Dımaşk) bahçıvan idi ve Aristo’nun eserlerini okuduktan sonra, felsefeye merak ederek, bu sahada çalışıp, zamanın en büyük feylosofu olmuştur. ...musiki ile meşgul olurken, Aristo’nun kitapları kendisine emanet olarak bırakılmış, o da bunları okuyarak, feylesof olmuştur. “ Ayrıca kadılık ve/veya askerlik yaptıktan sonra filozof olduğu söylenir.  

Müzik ilmini Ameli Ve Nazari diye ikiye ayırır. O iki ana dala ayırdığı müziği beş bölüm olarak ifade eder. “İlk bölüm, bu ilimde bulunan şeyleri çıkarmak için kullanılan esas (mebde’) ve ilk bilgilerden, bu ilk bilgilerin nasıl kullanıldığından bu sınaatın hangi yol ile çıkarıldığından, kaç şeyden terkip edilip kemale getirildiğinden, bu ilimde bulunan bilgileri araştıran kimselerin nasıl olması icap ettiğinden bahseder. 

İkinci bölüm, bu sınaatın usulünden bahseder. Bu da nağmelerin çıkarılmasını, sayıların kaç olduğunu, nasıl olduklarını, çeşitlerinin ne kadar olduğunu ve birbirlerine nisbetlerini açıklar. Bir de bütün bunlar hakkında getirilen deliller üzerinde araştırmalar yapar; nağmelerin duruşlarındaki (evza’) çeşitleri, isteyen onlardan istediğini alsın ve aldıklarından melodi meydana getirsin diye hazırlanmış bir hale gelmesine yarayan tertipler hakkında araştırmalar yapar.  

Üçüncüsü, usul bahsinde meydana çıkan şeyler ile nağmeler için hazırlanmış olan, hepsi çalgı aletleri üzerinde çıkan ve bunların üzerlerindeki yeri usuller bölümünde açıklanan tertipte ve miktar üzerinde bulunan bu sanaata mahsus aletlerin çeşitleri hakkındaki burhanlar ile sözler arasındaki uygunluğu araştırır.  

Dördüncüsü, nağmelerin vezinleri olan tabii ika’ların sınıfları hakkındaki bölümdür. 

Beşincisi, bütün olarak, melodilerin (lahn) meydana getirilmesi, sonra tam melodilerin meydana getirilmesi hakkındadır. Bu bölümde bir tertip ve intizam ile terkip edilmiş şiirler ve ayrı ayrı melodilerin gayelerine göre, nasıl ayrı ayrı yapıldıkları hakkında araştırmalar yapılır. Melodilerin yapılmasına sebep olan gayeye erişmek için onu daha tesirli ve daha dokunaklı bir hale getiren halleri bildirir.” 

 Imannuel Kant, (1724-1804). Königsberg’de doğdu. Burada üniversiteyi bitirdi ve profesör oldu. Doğduğu şehirde yaşadı ve öldü. İlk kez estetik yargı sorununu ortaya atan kişilerdendir. Ona göre, müzik, ton duyumlarının zaman içindeki oyunudur. Kant, sanatı duyumların güzel oyunu olarak görür. Hoşa giden şey duyuları doğrudan etkileyendir der. 

      J.G. Herder (1744-1803). Müzik ve dil konularıyla ilgilenmiştir. “O, Rousseau ile birlikte ilk-dili konuşmadaki bir şarkı söyleme olarak anlar; bu şarkı söyleyen ilk-dilde müziğin doğal kaynağını ve onun şiir sanatıyla yakın akrabalığının temelini görür. Ona göre müzikal şiir, genel müziksel estetiğin kapısının önündeki büyük avludur.

     Johann Wolfgang Von Goethe (1749-1832). Almanya’da doğdu. Hukuk eğitimi aldı. Edebiyata yöneldi ve ilk eserlerini şiir alanında verdi. Bilinen en ünlü eseri; operaya da konu olan Faust’tur. Weimar’da öldü. Müziği dini (kutsal) ve din dışı (dünyevi) diye ikiye ayırır. Dünyevi müzik kutsal olanla  karıştırılmamalı ve tamamen güler yüzlü olmalıdır. Müzik, insanları her zaman kilise müziği olarak ritüele, halk müziği olarak dansa yönlendirir. 

     Georg Wilhelm Friedric Hegel (1770-1831). Almanya’da doğdu. Dinbilim ve felsefe okudu. Berlin’de öldü. “Hegel felsefesi klasik Alman felsefesinin yalnız son halkası değil, aynı zamanda bu felsefenin ulaştığı doruk noktasıdır. Hegel felsefesi, bu idealist ve romantik felsefe, düşünme, yaşam, kültür ve tarihin bütün varlık alanlarını bir birlikli bütün haline getirmeye çabalamıştı.” Hegel müziğin, doğrudan doğruya ruha yönelen sanat olduğunu söyler. Müziğin iç dinamizmi kalbi ve ruhu harekete geçirir. Müzik üretimi titreşim sonucu olan ton ile olanaklıdır. Müzik romantik sanatlar içinde resimden sonra gelir. Yakın ilişki içinde olduğu sanat ise şiirdir. Çünkü ikisi de aynı gereç olan tona bağlıdır. Müziğin ifade araçları ölçü, uyum ve melodidir.  

     A.Schopenhauer (1788-1860). Danzig’de doğdu. Berlin Üniversitesi’nde öğretim üyesi iken Frankfurt’a yerleşerek yapıtlar vermeye başladı. Weimar’da öldü. En genel anlamıyla müzik özden söz eder. Schopenhauer müziği sanat kategorisinde en üste koyar ve duygu sanatı olarak ele alır. 
 

      F. Schiller (1759-1805), F. W. Schelling (1775-1854), A. W. Schlegel (1767-1845), Robert Schumann (1810-1856), Richard Wagner (1813-1883), F. Nietzsche (1844-1900), Friedrich von Hausegger (1837-1899), Eduard  von Hartmann (1842-1906), Eduard Hanslick (1825-1904), Georg Lukacs (1885-1971), T. W. Adorno (1903-1969) vd. Felsefeci ve müzisyenler müzik estetiğine ve felsefesine yazıları ile katkıda bulunmuşlardır.


Bu makale, Müzik Felsefesine Giriş adlı kitabın bir bölümüdür.
( Vural Yıldırım & Tarkan Koç - Bağlam Yayınları 2003 )
 
Bugün 5 ziyaretçi kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol