Bir Yudum Öykü
ÖLÜMSÜZ KIRMIZI GÜLLER
Kan rengi, kıpkırmızı güllere bayılırdı. Zaten onlarla adaştı Rose. Kocasının sevgili Rose'u... Her Sevgililer Günü’nü kapısının önünde bulduğu enfes fiyonklarla süslü kucak dolusu kırmızı güllerle kutlardı. Hiç aksamadan. Hatta, eşini kaybettiği yıl dahi kapısı çalınmış, gülleri kucağına bırakılmıştı. Tıpkı geçen senelerde olduğu gibi, küçük bir kartla birlikte. Güllere iliştirdiği karta düzgün el yazısı ile ayni cümleleri yazardı.
"Seni Seviyorum Gül'üm"

Uyku sersemi adam açtı.
Arayan annesiydi..
Telaşlandı, korktu.
Kötü bir şey mi olmuştu acaba?..
Annesi "Nasılsın oğlum, iyi misin" diye sordu.
Adam şaşkın.
"İyiyim anne hayırdır? Bir şey mi oldu? Siz iyi misiniz" diye sordu..
"Çok iyiyiz" dedi annesi.
"Bir şeyimiz yok sadece sesini duymak istedim".
"Anne bunun için mi aradın saat sabahın üç buçuğu.
Yarın da konuşabilirdik" diye söylendi adam..
"Rahatsız mı ettim oğlum" dedi, annesi..
"Ettin ya" diye diklendi, adam..
Anne, oğlundan duyduğu bu sözlerden dolayı kırılmış ve biraz da incinmişti, ama yine de gülümseyerek..
"Bundan 29 sene önce, böyle bir gece yarısı sen de beni tam bu saatlerde uyandırmıştın oğlum. Doğum günün kutlu olsun!.."

Görünüşte mutlu bir aile tablosu çizseler de babası oğlundan çok şikayetçiymiş. Oğul durmadan birileriyle kavga ediyor, etrafındakilere zarar veriyor, babası da buna çok üzülüyormuş.
Gel zaman git zaman babası oğlunun bu durumunu düzeltmek için bir şey yapamamış. Günlerden bir gün, bir tatil günü babası oğlunu bir kenara çekerek, ona bir torba çivi vermiş. Bir torba çiviyi görünce oğul önce çok şaşırmış. Oğlunun çok şaşırdığını gören babası da:
“Oğlum sana bir torba çivi veriyorum. Arkadaşlarınla tartışıp kavga ettiğin her sefer şu gördüğün tahtaya bir çivi çak”, diye oğlunu uyarmış.
Oğul, babasının sözünü dinlemiş, birinci gün tahtaya 37, ikinci gün 25, üçüncü gün ise 17 çivi çakmış. Günler geçip gidiyor, oğul tahtaya daha az çivi çakmak için kendini kontrol etmeye çalışıyormuş. Ve her geçen gün daha az çivi çakmış. Nihayet bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış tahtaya. Bu mutlu haberi babasına söylemiş. Babası oğlunu yeniden tahtanın önüne götürmüş. Oğluna:
“Bu günden başlayarak tartışmayıp, kavga etmediğin her gün için tahtadan bir çivi çıkart”, demiş.
Oğul tartışıp, kavga etmediği her gün tahtadan bir çivi çıkartıyormuş. Günler geçmiş, bir gün gelmiş ki tahtadaki çivilerin hepsi çıkarılmış. Bunu gören baba oğlunu yeniden tahtanın karşısına götürmüş ve
“Aferin oğlum iyi davrandın, arkadaşlarınla iyi geçindin, hiç kimseyle kavga etmedin; ama bu tahtaya dikkatli bak. Üzerinde artık çok delik var. Bu tahta perde hiçbir zaman geçmişteki gibi olmayacak.” demiş ve sözlerine şöyle devam etmiş. “Arkadaşlarla tartışılıp, kavga edildiği zaman kötü kelimeler kullanılır. Arkadaşlar birbirlerinin kalplerini kırarlar. Söylenen her kötü kelime kalpte bir yara (delik) bırakır. Arkadaşlarına bin defa kendini affettiğini söyleyebilirsin; ama bu delik aynen kalacak, kapanmayacaktır. Bir arkadaş ender bir mücevher gibidir. Kolay elde edilmez. Seni güldürür, yüreklendirir, ihtiyaç duyduğun zaman sana yardımcı olur, seni dinler; sana yüreğini açar.”
Bu sözler oğulu bir hayli etki etmiş. Bundan sonra, oğul babasının bu öğütlerini dinleyerek arkadaşlarıyla, dostlarıyla hiç tartışıp kavga etmemiş. Önceki yaptıklarından da pişmanlık duymaktaymış. Baba da oğlunun düzelmesinden, iyi bir insan olmasından oldukça memnunmuş. Baba ve oğul yaşamlarının sonuna kadar mutlu, kavgasız bir hayat sürmüşler…
- Bu şehirde benden fakir insan yok!. demiş. Bana biraz yardım eder misiniz?
Bilge adam, kadının kucağındaki bebeğin bir ipeği andıran yanaklarını okşayıp öptükten sonra:
- Demek fakirsin!. demiş. Hem de çok fakir. Ama karşılıksız yardım yapmak, âdetim değil!. Eğer yardım istiyorsan, çocuğunun parmağını satman gerekir..
Kadın, önce deli olduğunu sanmış bilgenin. Daha sonra da, kötü bir şaka yaptığını... Ama adam ciddî görünüyormuş. Kadına bir kese altın uzatıp:
- Ayak parmağına da razıyım!. demiş. Zaten cerrah olduğumdan, ona acı çektirmem
Kadın, bütün kanını donduran bu teklif üzerine kaçmayı düşünürken, adam:
- Sadece tırnağını söksem de olur! diye devam etmiş. Biliyorsun zamanla yenisi çıkar.
Kadın, bu ruh hastasına daha fazla dayanamamış. Ve kapıyı çarpıp uzaklaşırken, adam onun arkasından:
- Nasıl bir fakir olduğunu anlayamadım!. diye bağırmış. Kucağındaki hazinenin tırnak kadar bir parçasını, bir kese altına değişmiyorsun.